26 Mayıs 2016 Perşembe

Atatürk ve Müzik

Atatürk ve Müzik

Atatürk insan hayatında müziğin çok önemli bir yeri olduğuna ina­nıyordu. 14 Ekim 1925’te İzmir Kız Öğretmen Okulu’nu ziyaretlerinde öğrencilerin “Hayatta musiki lazım mıdır?” sorusuna şu cevabı vermişti :
   -“Hayatta musiki lazım değildir. Çünkü hayat musikidir. Musiki ile alakası olmayan mahlukat insan değildir. Eğer mevzuu bahis olan hayat insan hayatı ise, musiki behemehal vardır. Musikisiz hayat zaten mevcut olamaz. Musiki hayatın neşesi, ruhu, süruru ve her şeyidir. Yalnız musiki­nin nev’i şayan-ı mütalaadır.”
   Müziğin insan hayatındaki ônemine işaret eden ve dinlenecek müzi­ğin çeşidine dikkati çeken Atatürk, her konuda olduğu gibi Türk Müziği konusunda da yenilikler yapmak istemiştir. Ata’nın Türk Müziği üzerinde yenilikler yapmak istemesinin temel sebepleri şunlardır :
   Ziya Gôkalp’in müzik konusundaki gôrüşlerini Atatürk’ün paylaştığı­nı ve bu gôrüşler doğrultusunda çalışmalar yaptığım gôrüyoruz, Gökalp’in Sayın Oransay tarafından tamamı alınan gôrüşlerinden kısa bölümler şunlardır :
   -”Memleketimizde bunlardan başka yan yana yaşayan iki musiki vardır. Bunlardan birisi halk arasında kendi kendine doğmuş olan Türk Musikisi, diğeri Farabi tarafından Bizans’tan tercüme ve iktibas olunan Osmanlı Musikisi’dir. Türk Musikisi ilham ile vücuda gelmiş, taklitle hariçten alınmamıştır. Osmanlı musikisi ise taklit vasıtasıyla hariçten alınmış ve ancak usulle devam ettirilmiştir. Bunlardan birincisi harsımızın (kültürümüzün ) ikincisi ise medeniyetimizin musikisidir.”
-”Etnografya Müzesi bunlardan başka her nahiyedeki lisani savtiyyat (fonetik) ile halk melodilerini (nağmelerini) ya fonograf aletiyle yahut nota usulü ile zapt eder. Demek ki Etnografya Müzesinin behemehal bir fotoğrafçısı, bir fonografçısı ve notacısı bulunmak lazımdır… Koşmalar, türküler ve nağmeler de hakiki saz şairlerinden alınmalıdır.”

    -“İstanbul’da mevcut bulunan Darülelhan, düm-tek usulünün, yani Bizans musikisinin Darülelhanıdır. Bu müessese iptidai unsurları halkın samimi melodilerinde tecelli eden ve Avrupa musikisine tevfikan armonize edildikten sonra asri mahiyet alacak olan hakiki Türk musikisine hiç ehemmiyet vermemektedir”.melodilerini (nağmelerini) ya fonograf aletiyle yahut nota usulü ile zapt eder. Demek ki Etnografya Müzesinin behemehal bir fotoğrafçısı, bir fonografçısı ve notacısı bulunmak lazımdır… Koşmalar, türküler ve nağmeler de hakiki saz şairlerinden alınmalıdır.”
   -“Avrupa musikisi girmeden evvel, memleketimizde iki musiki var­dı: Bunlardan biri Farabi tarafından Bizans’tan alınan şark musikisi, diğe­ri eski Türk musikisinin devamı olan halk melodilerinden ibaretti.”
   -“Bugün işte şu üç musikinin karşısındayız : Şark musikisi, garp musikisi, halk musikisi. Acaba bunlardan hangisi bizim için millidir? Şark musikisinin hem hasta, hem de gayr-ı milli olduğunu gördük. Halk musi­kisi harsımızın, garp musikisi de yeni medeniyetimizin musikileri olduğu için her ikisi de bize yabancı değildir. O halde milli musikimiz, memleke­timizdeki halk musikisiyle garp musikisinin imtizacından doğacaktır. Halk musikimiz birçok melodiler vermiştir. Bunları toplar ve garp musikisi usulünce armonize edersek hem milli hem de Avrupai bir musikiye malik oluruz.”
   Atatürk’ün Türk Müziği hakkındaki görüşleri ve yaptığı yenilikler Ziya Gökalp’in görüşlerine ve programına çok yakındır. Nitekim 1930 yılında Alman gazeteci Emil Ludwig’le yaptığı görüşmede Ludwig’in doğu müziğiyle ilgili görüşlerine şu cümlelerle itiraz etmiştir :
   -“Bunlar hep Bizans’tan kalma şeylerdir. Bizim hakiki musikimiz Anadolu halkında işitilebilir. “
   Bilindiği gibi Ziya Gökalp müzikolog değildi. Müzikle ilgili bilgiler; köklü bir eğitime dayanmıyordu. Eski Yunan müziğindeki çeyrek seslerle Türk Müziğindeki koma sesleri birbirine karıştırarak, Farabi’yi de işin içi­ne sokarak Türk Müziğini Yunanlılara mal edivermişti. Şayet bizim müzi­ğimiz Yunan kökenli olsaydı bugün dünyanın 1 numaralı müziği olarak her yerde dinlenirdi. Yunanlılar propagandayla bunu sağlarlardı. Müzikolog Muammer Sun, Ziya Gökalp’in iddialarıyla ilgili olarak görüşlerini şöyle açıklamıştır :
   -”Bu konu çok tartışıldı. Bu müzik bize Bizans’tan geçmemiştir. Araplar da bize hediye etmemişlerdir. Bu musiki bizim insanlarımızın, adı sanı belli insanlarımızın yarattığı musikidir ve musikimizdir. Bizim Klasik Türk Musikimizi Araplara ve Bizanslılara maletme ve bir de Batılılaşmanın etkisiyle alafranga-alaturka kavgası çıkmış, Batılılaşmacılar alafrangacı, “Aman müziğimiz değişmesin,, diyenler de alaturkacı olarak nitelendirilmişlerdir. Baştan itibaren tamamen yanlış ve boşa kürek çekilmiş bir davadır “
   Atatürk 1930 yılında Alman gazeteci emil Ludwig’e, Montesqieu’nün “Bir milletin musikicilikteki meyline ehemmiyet verilmezse o milleti ilerletmek mümkün olmaz” sözünü okuduğunu, tasdik ettiğini, bunun için musikimize önem verdiğini söylemiştir. 1 Kasım 1934 tarihinde TBMM’ni açış nutkunda Montesqieu’nün görüşüne yakın şu cümleyi söylemiştir :
   -“Bir milletin yeni değişikliğinde ölçü, musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir.”
   Atatürk döneminde Türk Müziği konusunda yetişmiş bilginlerimizyoktu. Mevcutlar kendi kendilerini yetiştirmişti. Darülelhan’ın eğitimi ye­tersizdi. Sanatçılar genellikle usta-çırak usulüyle yetişiyordu. Bilgisine güvenilir bir müzik bilginimiz olmaması sebebiyle Atatürk Ziya Gökalp’a inanmak durumunda kalmıştı. Riyaset-i Cumhur Fasıl Heyetinde 1925­-1930 yıllan arasında neyzenlik yapmış ve Ata’nın huzurunda defalarca çalmış bulunan Burhanettin Ökte hatıralannda bu durumu şöyle dile ge­tiriyor :
   -”Musikimizin tarihini araştırdı, doğru dürüst cevap alamadı. Naza­riyatını sordu, iki cümleyi yan yana getiremedik. Eserleri tahlil ettirmek istedi, sathından daha derinlere inemedik.
…en büyük mürşit ilimdir, diyen büyük insan bu münevver gençlerimizi tarihte karşısında bulsaydı memlekette ne alafranga-alaturka davası, ne de sanat fukaralığı bulunurdu.”
   8 Ağustos 1928 gecesi Sarayburnu konserinden sonra Atatürk’ün et­kisi büyük olan meşhur nutkunun sebebini de Burhanettin Ökte hatırala­rında İtalyan müziği ve Mısır’ın meşhur şarkıcılarından Müniret’ül Meh­diye Hanım’ın konserinden sonra çok zayıf bir Türk saz heyetinin sahne­ye çıkarak acemice ”sultani yegah” faslnı icrasına bağlıyor. Atatürk, si­nirli bir şekilde konseri terk etmiş, ertesi gün gazetelerde şu nutku ya­yımlanmıştır :
   -“Bu gece burada güzel bir tesadüf eseri olarak şarkın en mümtaz iki musiki heyetini dinledim. Bilhassa sahneyi birinci olarak tezyin eden Müniretü’l Mehdiye Hanım sanatkarlığında muvaffak oldu. Fakat benim Türk hissiyatım üzerinde artık bu musiki, bu basit musi­ki Türk’ün çok münkeşif ruh ve hissini tatmine kafi gelmez. Şimdi karşıda medeni dünyanın musikisi de işitildi. Bu ana kadar Şark Musikisi denilen terennümler karşısında cansız gibi görünen halk, derhal harekete ve faali­yete geçti. Hepsi oynuyor ve şen, şatırdırlar. Tabiatın icabatını yapıyorlar. Bu pek tabiidir. Hakikaten Türk, fıtraten şen; şatırdır. Eğer onun bu güzel huyu bir zaman için fark olunmamışsa, kendinin kusuru değildir. Kusurlu hareketlerin acı, felaketli neticeleri Vardır. Bunun fariki olmamak kaba­hatti”

   Atatürk, Türk milletini çağdaş uygarlık seviyesine çıkarmak için yenilikler yapmıştır .Bu yeniliklerin sadece de devlet idaresinde ve sosyal ha­yatta yapılması yetmiyordu. Ata, kültür konularında da çağdaş uygarlık seviyesine ulaşılmasını istiyordu. Müzik de kültür konularından biriydi. Ba­tı’nın müzik bilgi ve tekniğinden yararlanarak Türk Müziğini milletlerara­sı seviyeye çıkarmak Atatürk’ün müzik konusundaki çalışmalarının ama­cını teşkil ediyordu. Bu amaçla, o zamana kadar memlekette pek fazla yayılmamış ve öğrenilmemiş olan Batı Müziğine daha çok önem vermiş­tir. Kazım Özalp’a “Bizler alaturka müziğe alışmışız ama yeni nesiller alafranga müziğe çalışmalıdırlar.” ve Falih Rıfkı Atay’a “Çocuklarımızın ve gelecek nesillerin musikisi garp medeniyetinin musikisidir” demiş, Batı Müziğiyle ilgili bazı kuruluşlar kurdurmuştur .Atatürk’ün Batı Müzi­ğini yayma ve öğretmeyle ilgili çalışmaları şunlardır :
   -Muzıka-yı Humayun İstanbul’dan Ankara’ya nakledilerek Riyaseti­-Cumhur Orkestrası adını almıştır (1924).
   -Müzik öğretmeni yetiştirmek amacıyla Musiki Muallim Mektebi açılmıştır (1924). Bu okuldan yetişen öğretmenler okullarda Batı Müzi­ğine dayalı öğretim yapmışlardır.
   -İstanbul Darülelhan Şark Musikisi Şubesi kapatılmış, okulun adı da İstanbul Konservatuarı olarak değiştirilmiştir (1926). Şimdiki adı İs­tanbul Belediye Konservatuarıdır .
   -1927 yılından itibaren Avrupa’ya müzik öğrencisi gönderilmiştir. Cemal Reşit Bey, Ulvi Cemal Erkin, A. Adnan Saygun, Necil Kazım Akses, H. Ferit Alnar gibi tanınmış kompozitörlerimiz bu imkandan faydalanmışlardı.
   -Alman müzikolog Paul Hindemith’in yardımlarıyla Ankara Devlet Konservatuarı kurulmuştur (1936). Devlet Opera ve Balesinin, Devlet Tiyatrolarının Senfoni Orkestralarının sanatçı kadrolarının önemli bir bölümü bu okuldan yetişmiştir.
   Atatürk’ün Batı Müziğine önem vermesi günümüzde Batı Müziği taraftarlarınca yanlış değerlendirilmekte; Ata’nın yalnızca Batı Müziğini is­tediği, Türk Müziğini yasakladığı şeklinde yorumlar yapılmaktadır. Oysa Atatürk Türk Müziğine de gereken önemi vermiştir .Memlekette Batı Müziğini yerleştirinceye kadar Türk Müziğine bazı sınırlamalar koyması normaldi. Ata’nın çağdaş uygarlık seviyesine ulaşılırken izlediği yol, Ba­tı’mn aynen taklidi değil, Batı’nın bilim ve tekniğinin milli öze uygulan­masıdır. Çankaya köşkünün incesaz takımının başkam Hafız Yaşar Okur’a “Biz garbınkini hürmetle dinlediğimiz gibi, bizim musikimiz de bütün dünyada hürmetle dinlenecek bir halde olmalıdır.” derken kastettiği bu düşünceydi. Mesut Cemil tel de aynı konuda Atatürk’ün şu sözlerini naklediyor :
   -“Biz çok defa bu musikinin tam haysiyetini bulamıyoruz. İşte dinle­diğimiz hakiki Türk Musikisidir ve şüphesiz yüksek bir medeniyetin musi­kisidir. Bu musikiyi bütün dünyanın anlaması lazımdır. Fakat onu bütün dünyaya anlatabilmek için milletçe, bugünkü medeni dünyanın seviyesine yükselmemiz lazımdır. “
   1 Kasım 1934 tarihinde TBMM’ni açış konuşmasında Türk Müziği­nin çağdaş uygarlık seviyesine getirilmesiyle ilgili çalışmaları açıklamıştır.
   -“Güzel sanatların hepsinde, millet gençliğinin ne türlü ilerletilmesini istediğinizi bilirim. Bu yapılmaktadır. Ancak bunda en çabuk, en önde götürülmesi gerekli olan Türk Musikisidir. Bir milletin yeni değişikliğinde ölçü musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir.
   Bu gün dinletmeğe yeltenilen musiki yüz ağartacak olmaktan uzaktır. Bunu açıkça bilmeliyiz. Milli, ince duyguları, düşünceleri anlatan yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak, onları bir gün önce genel son musiki kai­delerine göre işlemek gerekir. Ancak bu şekilde Türk milli musikisi yükselebilir, cihan şümul musikide yerini alabilir.
   Kültür işleri Bakanlığı’nın buna değerince önem vermesini, kamunun da bunda ona yardımcı olmasını dilerim.
   1 Kasım 1935 tarihli TBMM’ni açış konuşmasında da aynı konuya temas etmiştir :
   “Kültür kınavımızı yeni ve modern esaslara göre teşkilatlandırmaya durmadan devam ediyoruz. Ulusal musikimizi modern teknik içinde yükseltme çalışmalarına bu yıl daha çok emek verilecektir.”

   Atatürk 1 Kasım 1934 konuşmasında halk müziği derlemeleri yapıla­rak, derlenecek ezgilerin genel musiki kuralları içersinde işlenmesini, böylece Türk Müziğinin evrensel müzik seviyesine yükselebileceğini be­lirtmişti. Müzik yazan Faruk Yener Atatürk’ün müzik konusundaki çalış­malarının amacını şu cümlelerle açıklayarak görüşlerimizi destekliyor:”Atatürk, Türk Musikisinin kaynaklarından yararlanılarak dünyaya ifti­harla sunabileceğimiz bir gene dünyanın anlayabileceği müzik getirilmesini istemişti… Biz musikimizi dışarıya tanıtacak, sevdireceğiz. Operalarımızı konser salonlarına, opera salonlarına sokacağız ve bundan bütün ge­niş boyutlarıyla zevk alan bir kitle yaratacağız. Fakat bu demek değildi ki, Atatürk için ne Halk Musikimiz ve folklorumuz ortadan kalksın, ne de bize geçmişten, atalarımızdan gelen bir musiki türü silinsin, yok edilsin ve yabancılaşmış bir kültürün, yozlaşmış bir kültürün etkisi burada egemen olsun.”
   Ata’nın 1934 konuşması üzerine Türk Müziğiyle ilgili geliştirici çalış­malara başlanacağı yerde zamanın İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve Basın Yayın Genel Müdürü Vedat Nedim Tör Türk Müziği yayınlarını radyo­dan kaldırmışlardır. Bu yasaklama sekiz ay sürmüş, Atatürk’ün emriyle sona ermiştir. Aynı şekilde Atatürk’ün çevresindekilerin O’nun görüşlerini yanlış değerlendirmeleriyle 8/9 Ağustos Sarayburnu nutkundan sonra da İstanbul’da aydınlar Türk Müziğini inkar yolunda birbirleriyle yarışmışlar, Türk Müziği yayınlarını yasaklamışlardır. Vasfi Rıza Zabu hatıralarında bu durumu acı acı dile getirmekte Atatürk’ün şu sözlerini naklet­mektedir:
   -“Ne yazık ki benim sözlerimi yanlış anladılar. Şu okunan ne güzel bir eser. Ben zevkle dinledim. Sizler de öyle. Ama bir Avrupalıya bu eseri böyle okuyup da bir zevk vermeye imkan var mı? Ben demek istedim ki, bizim seve seve dinlediğimiz Türk bestelerini onlara da dinletmek çaresi bulunsun. Onların tekniği, onların ilmiyle onların sazları, onların orkes­traları ile Çaresi her ne ise. Mesela Ruslar ne yapmışlarsa. Biz de Türk Musikisini milletlerarası bir sanat haline getirelim. Türk’ün nağmelerini kaldırıp atalım da sadece Batı milletlerinin hazırdan musikisini alıp kendi­m ize maledelim. Yalnız onları dinleyelim demedim. Yanlış anladılar sözlerimi, ortalığı öyle bir velveleye verdiler ki, ben de bir daha lafını edemez oldum.”
   Atatürk’ün yakın çevresinde bulunup birçok çalışmalarında emeği ge­çen kişilerden Ahmet Cevat Emre, Atatürk’ün Türk Müziği konusundaki çalışmalarını yanlış değerlendirmeler karşısında ölümüne yakın yıllarda “İki şeyde inkılap olmaz: Dilde ve musikide” düşüncesine ulaştığını belirtiyor.
   Atatürk, 1916-1917 yıllarında Diyarbakır’da görevli iken taşındığı Celal Güzelses’i zaman zaman dinlemiş ve sanatçıya bir saat armağan etmiştir.
   Atatürk döneminde İstanbul Konservatuarın da Şark Musikisi bölümü kapatılmış ancak Türk Sanat Müziği olarak bildiğimiz müzik için repertuar tasnif ve tespit heyeti kurulmuştur (1926). Bu heyet Türk Musikisi­nin Klasikleri sersinden 180 şarkının nota ve güftesini, Dini Ezgiler seri­sinden de 6 ciltlik Tekke Musikisi örneklerini tespit ve tasnif ederek ya­yımlamıştır (1926-1939).
   Atatürk “Bizim hakiki musikimiz” dediği, halk müziğimizin derlen­mesine ve kompozitörler tarafından işlenmesine çok önem vermiştir. 1 Kasım 1934 ve 1 Kasım 1935 nutuklarında bu konuya temas etmiştir. Daha 1924 yılında halk müziği derlemelerine başlanmıştı. İstanbul Konservatuarı’nın 1924’teki halk müziği derleme anketinden sonra M.E.B. Hars Müdürlüğü Seyfettin-Sezai (Asaf) Kardeşleri Batı Anadolu’ya derle­meye gönderdi. Derlenen türküler Yurdumuzun Nağmeleri adı altında yayımlandı (1925). İstanbul Konservatuarı 1926-1929 yıllan arasında Anadolu’ya dört derleme gezisi düzenlemiş, bu gezilerde derlenen ezgiler ”Halk Türküleri” adı altında 15 defter halinde yayımlanmıştır. 1929’daki 4. gezi sırasında bazı halk oyunlarımız filme de alınmıştır. Devlet ödeneğiyle yapılan dört derleme gezisine başta Konservatuar Müdürü Yusuf Ziya (Demircioğlu), Rauf Yekta, Dürri Turan ve Ekrem Besim Beyler, Muhittin Sadık (Sadak), Mahmut Ragıp (Gazimihal), Ferruh (Arsunar), Abdülkadir (İnan) Beyler katılmışlardır. İstanbul Konservatuarı devlet ödeneği almaksızın Halkbilgisi Derneği uzmanlarının iştirakiyle 1932 yı­lında beşinci bir derleme gezisi daha düzenlemiştir.
   Derleme çalışmalarına bir süre ara verildi. Atatürk’ün 1 Kasım 1934 ve 1 Kasım 1935 nutuklarından ve Ankara Devlet Konservatuarı’nın kurulmasından sonra halk müziği derlemelerine yeni bir ruhla tekrar başlandı. 1936 yılında Ankara Halkevi’nin daveti üzerine tanınmış Macar Müzikologu ve bestecisi Bela Bartok (1881-1945) Ankara’ya gelmişti. Bartok, üç konferans vererek halk müziği ürünlerinin derlenmesinin önemine dikkatleri çekti. Kendisi de Adana yöresinde derlemeler yaptı (18-25 Kasım 1936). Halk Müziği derlemelerine Milli Eğitim Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğünün idare ve himayesi altında 1937 yılında başlanmıştır. Atatürk döneminde 1937 ve 1938 yıllarında iki büyük derleme gezisi yapıldı. 1937 yılındaki geziye Ferit Alnar, Necil Kazım Akses, Ulvi Cemal Erkin, Halil Bedii Yönetken, Muzaffer Sarısözen ve teknisyen Arif Etikan, 1938 yılındaki iki derleme gezisine ise Ferit Alnar, Cevat Memduh Altar, Halil Bedii Yönetken, Tahsin Banguoğlu, Ulvi Cemal Erkin, Nurullah Taşkıran, Muzaffer Sarısözen, teknisyenler Arif Etikan ve Rıza Yetişen katılmışlardır. Halk müziği derleme gezilerine Atatürk’ün ölümünden sonra da 1953 yılına kadar devam edilmiş, aşağı yukarı bütün iller dolaşılmış 10.000 civarında ezgi derlenmiş, 2000 kadar Muzaffer Sarısözen tarafından notaya alınarak Yurttan Sesler programlarıyla yurda yayılmıştır.
   19 Şubat 1932’de Atatürk’ün isteğiyle kurulan Halkevlerinde halk müziğimiz konusunda yaşatıcı çalışmalar yapılmıştır. Halkevlerinin 1. döneminde (1932-1951) Türk Folklorunun hemen hemen bütün dallarında derleme, araştırma, eğitim çalışmaları başarıyla yürütülmüştür. Halkevleri yöre halk şairlerinin, ses ve saz sanatçılarının toplandığı yerlerdi. Birçok genç Halkevlerinde bağlama çalmayı, türkü söylemeyi öğrenmiştir. Halkevleri dergilerinde ve kitap yayınlarında Türk Folkloruyla, bu arada halk müziğimizle ilgili pek çok bilgi bulunmaktadır.
   Atatürk’ün doğumunun 100. yıldönümünü kutladığımız 1981 yılında Türk Halk Müziği yurdun dört bir köşesinde en çok sevilen müziktir. Türk Sanat Müziği’ndeki ağlatıcı, ruh karartıcı, içkiye teşvik edici şarkılar TRT yayınlarında yok denecek kadar azaltılmıştır. Bunların yerini yaşama sevinci verecek yüzlerce, binlerce yeni beste almıştır. İstanbul ve Ankara’ da düzenli opera ve bale temsilleri verilmektedir. İstanbul, Ankara ve İzmir’deki 5 Konservatuar ihtiyaç duyulan sanatçıları, bestecileri, araştırmacıları yetiştirmektedir. Türk sanatçıları yurt içinde ve dışında ba­şarılı konserler vermektedir. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının yanında İstanbul ve İzmir’de iki senfoni orkestrası daha kurulmuştur. Ege Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesine bağlı bir müzik bölümü açılarak, öğretime başlamıştır. Bütün bu çalışmalar Atatürk’ün temelini attığı hiz­metlerin devamıdır. Yeni nesiller bugün her türlü müziği rahatlıkla dinleyip sevebilmektedir.
Atatürk ve Müzik

Atatürk insan hayatında müziğin çok önemli bir yeri olduğuna ina­nıyordu. 14 Ekim 1925’te İzmir Kız Öğretmen Okulu’nu ziyaretlerinde öğrencilerin “Hayatta musiki lazım mıdır?” sorusuna şu cevabı vermişti :
   -“Hayatta musiki lazım değildir. Çünkü hayat musikidir. Musiki ile alakası olmayan mahlukat insan değildir. Eğer mevzuu bahis olan hayat insan hayatı ise, musiki behemehal vardır. Musikisiz hayat zaten mevcut olamaz. Musiki hayatın neşesi, ruhu, süruru ve her şeyidir. Yalnız musiki­nin nev’i şayan-ı mütalaadır.”
   Müziğin insan hayatındaki ônemine işaret eden ve dinlenecek müzi­ğin çeşidine dikkati çeken Atatürk, her konuda olduğu gibi Türk Müziği konusunda da yenilikler yapmak istemiştir. Ata’nın Türk Müziği üzerinde yenilikler yapmak istemesinin temel sebepleri şunlardır :
   Ziya Gôkalp’in müzik konusundaki gôrüşlerini Atatürk’ün paylaştığı­nı ve bu gôrüşler doğrultusunda çalışmalar yaptığım gôrüyoruz, Gökalp’in Sayın Oransay tarafından tamamı alınan gôrüşlerinden kısa bölümler şunlardır :
   -”Memleketimizde bunlardan başka yan yana yaşayan iki musiki vardır. Bunlardan birisi halk arasında kendi kendine doğmuş olan Türk Musikisi, diğeri Farabi tarafından Bizans’tan tercüme ve iktibas olunan Osmanlı Musikisi’dir. Türk Musikisi ilham ile vücuda gelmiş, taklitle hariçten alınmamıştır. Osmanlı musikisi ise taklit vasıtasıyla hariçten alınmış ve ancak usulle devam ettirilmiştir. Bunlardan birincisi harsımızın (kültürümüzün ) ikincisi ise medeniyetimizin musikisidir.”
-”Etnografya Müzesi bunlardan başka her nahiyedeki lisani savtiyyat (fonetik) ile halk melodilerini (nağmelerini) ya fonograf aletiyle yahut nota usulü ile zapt eder. Demek ki Etnografya Müzesinin behemehal bir fotoğrafçısı, bir fonografçısı ve notacısı bulunmak lazımdır… Koşmalar, türküler ve nağmeler de hakiki saz şairlerinden alınmalıdır.”

    -“İstanbul’da mevcut bulunan Darülelhan, düm-tek usulünün, yani Bizans musikisinin Darülelhanıdır. Bu müessese iptidai unsurları halkın samimi melodilerinde tecelli eden ve Avrupa musikisine tevfikan armonize edildikten sonra asri mahiyet alacak olan hakiki Türk musikisine hiç ehemmiyet vermemektedir”.melodilerini (nağmelerini) ya fonograf aletiyle yahut nota usulü ile zapt eder. Demek ki Etnografya Müzesinin behemehal bir fotoğrafçısı, bir fonografçısı ve notacısı bulunmak lazımdır… Koşmalar, türküler ve nağmeler de hakiki saz şairlerinden alınmalıdır.”
   -“Avrupa musikisi girmeden evvel, memleketimizde iki musiki var­dı: Bunlardan biri Farabi tarafından Bizans’tan alınan şark musikisi, diğe­ri eski Türk musikisinin devamı olan halk melodilerinden ibaretti.”
   -“Bugün işte şu üç musikinin karşısındayız : Şark musikisi, garp musikisi, halk musikisi. Acaba bunlardan hangisi bizim için millidir? Şark musikisinin hem hasta, hem de gayr-ı milli olduğunu gördük. Halk musi­kisi harsımızın, garp musikisi de yeni medeniyetimizin musikileri olduğu için her ikisi de bize yabancı değildir. O halde milli musikimiz, memleke­timizdeki halk musikisiyle garp musikisinin imtizacından doğacaktır. Halk musikimiz birçok melodiler vermiştir. Bunları toplar ve garp musikisi usulünce armonize edersek hem milli hem de Avrupai bir musikiye malik oluruz.”
   Atatürk’ün Türk Müziği hakkındaki görüşleri ve yaptığı yenilikler Ziya Gökalp’in görüşlerine ve programına çok yakındır. Nitekim 1930 yılında Alman gazeteci Emil Ludwig’le yaptığı görüşmede Ludwig’in doğu müziğiyle ilgili görüşlerine şu cümlelerle itiraz etmiştir :
   -“Bunlar hep Bizans’tan kalma şeylerdir. Bizim hakiki musikimiz Anadolu halkında işitilebilir. “
   Bilindiği gibi Ziya Gökalp müzikolog değildi. Müzikle ilgili bilgiler; köklü bir eğitime dayanmıyordu. Eski Yunan müziğindeki çeyrek seslerle Türk Müziğindeki koma sesleri birbirine karıştırarak, Farabi’yi de işin içi­ne sokarak Türk Müziğini Yunanlılara mal edivermişti. Şayet bizim müzi­ğimiz Yunan kökenli olsaydı bugün dünyanın 1 numaralı müziği olarak her yerde dinlenirdi. Yunanlılar propagandayla bunu sağlarlardı. Müzikolog Muammer Sun, Ziya Gökalp’in iddialarıyla ilgili olarak görüşlerini şöyle açıklamıştır :
   -”Bu konu çok tartışıldı. Bu müzik bize Bizans’tan geçmemiştir. Araplar da bize hediye etmemişlerdir. Bu musiki bizim insanlarımızın, adı sanı belli insanlarımızın yarattığı musikidir ve musikimizdir. Bizim Klasik Türk Musikimizi Araplara ve Bizanslılara maletme ve bir de Batılılaşmanın etkisiyle alafranga-alaturka kavgası çıkmış, Batılılaşmacılar alafrangacı, “Aman müziğimiz değişmesin,, diyenler de alaturkacı olarak nitelendirilmişlerdir. Baştan itibaren tamamen yanlış ve boşa kürek çekilmiş bir davadır “
   Atatürk 1930 yılında Alman gazeteci emil Ludwig’e, Montesqieu’nün “Bir milletin musikicilikteki meyline ehemmiyet verilmezse o milleti ilerletmek mümkün olmaz” sözünü okuduğunu, tasdik ettiğini, bunun için musikimize önem verdiğini söylemiştir. 1 Kasım 1934 tarihinde TBMM’ni açış nutkunda Montesqieu’nün görüşüne yakın şu cümleyi söylemiştir :
   -“Bir milletin yeni değişikliğinde ölçü, musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir.”
   Atatürk döneminde Türk Müziği konusunda yetişmiş bilginlerimizyoktu. Mevcutlar kendi kendilerini yetiştirmişti. Darülelhan’ın eğitimi ye­tersizdi. Sanatçılar genellikle usta-çırak usulüyle yetişiyordu. Bilgisine güvenilir bir müzik bilginimiz olmaması sebebiyle Atatürk Ziya Gökalp’a inanmak durumunda kalmıştı. Riyaset-i Cumhur Fasıl Heyetinde 1925­-1930 yıllan arasında neyzenlik yapmış ve Ata’nın huzurunda defalarca çalmış bulunan Burhanettin Ökte hatıralannda bu durumu şöyle dile ge­tiriyor :
   -”Musikimizin tarihini araştırdı, doğru dürüst cevap alamadı. Naza­riyatını sordu, iki cümleyi yan yana getiremedik. Eserleri tahlil ettirmek istedi, sathından daha derinlere inemedik.
…en büyük mürşit ilimdir, diyen büyük insan bu münevver gençlerimizi tarihte karşısında bulsaydı memlekette ne alafranga-alaturka davası, ne de sanat fukaralığı bulunurdu.”
   8 Ağustos 1928 gecesi Sarayburnu konserinden sonra Atatürk’ün et­kisi büyük olan meşhur nutkunun sebebini de Burhanettin Ökte hatırala­rında İtalyan müziği ve Mısır’ın meşhur şarkıcılarından Müniret’ül Meh­diye Hanım’ın konserinden sonra çok zayıf bir Türk saz heyetinin sahne­ye çıkarak acemice ”sultani yegah” faslnı icrasına bağlıyor. Atatürk, si­nirli bir şekilde konseri terk etmiş, ertesi gün gazetelerde şu nutku ya­yımlanmıştır :
   -“Bu gece burada güzel bir tesadüf eseri olarak şarkın en mümtaz iki musiki heyetini dinledim. Bilhassa sahneyi birinci olarak tezyin eden Müniretü’l Mehdiye Hanım sanatkarlığında muvaffak oldu. Fakat benim Türk hissiyatım üzerinde artık bu musiki, bu basit musi­ki Türk’ün çok münkeşif ruh ve hissini tatmine kafi gelmez. Şimdi karşıda medeni dünyanın musikisi de işitildi. Bu ana kadar Şark Musikisi denilen terennümler karşısında cansız gibi görünen halk, derhal harekete ve faali­yete geçti. Hepsi oynuyor ve şen, şatırdırlar. Tabiatın icabatını yapıyorlar. Bu pek tabiidir. Hakikaten Türk, fıtraten şen; şatırdır. Eğer onun bu güzel huyu bir zaman için fark olunmamışsa, kendinin kusuru değildir. Kusurlu hareketlerin acı, felaketli neticeleri Vardır. Bunun fariki olmamak kaba­hatti”

   Atatürk, Türk milletini çağdaş uygarlık seviyesine çıkarmak için yenilikler yapmıştır .Bu yeniliklerin sadece de devlet idaresinde ve sosyal ha­yatta yapılması yetmiyordu. Ata, kültür konularında da çağdaş uygarlık seviyesine ulaşılmasını istiyordu. Müzik de kültür konularından biriydi. Ba­tı’nın müzik bilgi ve tekniğinden yararlanarak Türk Müziğini milletlerara­sı seviyeye çıkarmak Atatürk’ün müzik konusundaki çalışmalarının ama­cını teşkil ediyordu. Bu amaçla, o zamana kadar memlekette pek fazla yayılmamış ve öğrenilmemiş olan Batı Müziğine daha çok önem vermiş­tir. Kazım Özalp’a “Bizler alaturka müziğe alışmışız ama yeni nesiller alafranga müziğe çalışmalıdırlar.” ve Falih Rıfkı Atay’a “Çocuklarımızın ve gelecek nesillerin musikisi garp medeniyetinin musikisidir” demiş, Batı Müziğiyle ilgili bazı kuruluşlar kurdurmuştur .Atatürk’ün Batı Müzi­ğini yayma ve öğretmeyle ilgili çalışmaları şunlardır :
   -Muzıka-yı Humayun İstanbul’dan Ankara’ya nakledilerek Riyaseti­-Cumhur Orkestrası adını almıştır (1924).
   -Müzik öğretmeni yetiştirmek amacıyla Musiki Muallim Mektebi açılmıştır (1924). Bu okuldan yetişen öğretmenler okullarda Batı Müzi­ğine dayalı öğretim yapmışlardır.
   -İstanbul Darülelhan Şark Musikisi Şubesi kapatılmış, okulun adı da İstanbul Konservatuarı olarak değiştirilmiştir (1926). Şimdiki adı İs­tanbul Belediye Konservatuarıdır .
   -1927 yılından itibaren Avrupa’ya müzik öğrencisi gönderilmiştir. Cemal Reşit Bey, Ulvi Cemal Erkin, A. Adnan Saygun, Necil Kazım Akses, H. Ferit Alnar gibi tanınmış kompozitörlerimiz bu imkandan faydalanmışlardı.
   -Alman müzikolog Paul Hindemith’in yardımlarıyla Ankara Devlet Konservatuarı kurulmuştur (1936). Devlet Opera ve Balesinin, Devlet Tiyatrolarının Senfoni Orkestralarının sanatçı kadrolarının önemli bir bölümü bu okuldan yetişmiştir.
   Atatürk’ün Batı Müziğine önem vermesi günümüzde Batı Müziği taraftarlarınca yanlış değerlendirilmekte; Ata’nın yalnızca Batı Müziğini is­tediği, Türk Müziğini yasakladığı şeklinde yorumlar yapılmaktadır. Oysa Atatürk Türk Müziğine de gereken önemi vermiştir .Memlekette Batı Müziğini yerleştirinceye kadar Türk Müziğine bazı sınırlamalar koyması normaldi. Ata’nın çağdaş uygarlık seviyesine ulaşılırken izlediği yol, Ba­tı’mn aynen taklidi değil, Batı’nın bilim ve tekniğinin milli öze uygulan­masıdır. Çankaya köşkünün incesaz takımının başkam Hafız Yaşar Okur’a “Biz garbınkini hürmetle dinlediğimiz gibi, bizim musikimiz de bütün dünyada hürmetle dinlenecek bir halde olmalıdır.” derken kastettiği bu düşünceydi. Mesut Cemil tel de aynı konuda Atatürk’ün şu sözlerini naklediyor :
   -“Biz çok defa bu musikinin tam haysiyetini bulamıyoruz. İşte dinle­diğimiz hakiki Türk Musikisidir ve şüphesiz yüksek bir medeniyetin musi­kisidir. Bu musikiyi bütün dünyanın anlaması lazımdır. Fakat onu bütün dünyaya anlatabilmek için milletçe, bugünkü medeni dünyanın seviyesine yükselmemiz lazımdır. “
   1 Kasım 1934 tarihinde TBMM’ni açış konuşmasında Türk Müziği­nin çağdaş uygarlık seviyesine getirilmesiyle ilgili çalışmaları açıklamıştır.
   -“Güzel sanatların hepsinde, millet gençliğinin ne türlü ilerletilmesini istediğinizi bilirim. Bu yapılmaktadır. Ancak bunda en çabuk, en önde götürülmesi gerekli olan Türk Musikisidir. Bir milletin yeni değişikliğinde ölçü musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir.
   Bu gün dinletmeğe yeltenilen musiki yüz ağartacak olmaktan uzaktır. Bunu açıkça bilmeliyiz. Milli, ince duyguları, düşünceleri anlatan yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak, onları bir gün önce genel son musiki kai­delerine göre işlemek gerekir. Ancak bu şekilde Türk milli musikisi yükselebilir, cihan şümul musikide yerini alabilir.
   Kültür işleri Bakanlığı’nın buna değerince önem vermesini, kamunun da bunda ona yardımcı olmasını dilerim.
   1 Kasım 1935 tarihli TBMM’ni açış konuşmasında da aynı konuya temas etmiştir :
   “Kültür kınavımızı yeni ve modern esaslara göre teşkilatlandırmaya durmadan devam ediyoruz. Ulusal musikimizi modern teknik içinde yükseltme çalışmalarına bu yıl daha çok emek verilecektir.”

   Atatürk 1 Kasım 1934 konuşmasında halk müziği derlemeleri yapıla­rak, derlenecek ezgilerin genel musiki kuralları içersinde işlenmesini, böylece Türk Müziğinin evrensel müzik seviyesine yükselebileceğini be­lirtmişti. Müzik yazan Faruk Yener Atatürk’ün müzik konusundaki çalış­malarının amacını şu cümlelerle açıklayarak görüşlerimizi destekliyor:”Atatürk, Türk Musikisinin kaynaklarından yararlanılarak dünyaya ifti­harla sunabileceğimiz bir gene dünyanın anlayabileceği müzik getirilmesini istemişti… Biz musikimizi dışarıya tanıtacak, sevdireceğiz. Operalarımızı konser salonlarına, opera salonlarına sokacağız ve bundan bütün ge­niş boyutlarıyla zevk alan bir kitle yaratacağız. Fakat bu demek değildi ki, Atatürk için ne Halk Musikimiz ve folklorumuz ortadan kalksın, ne de bize geçmişten, atalarımızdan gelen bir musiki türü silinsin, yok edilsin ve yabancılaşmış bir kültürün, yozlaşmış bir kültürün etkisi burada egemen olsun.”
   Ata’nın 1934 konuşması üzerine Türk Müziğiyle ilgili geliştirici çalış­malara başlanacağı yerde zamanın İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve Basın Yayın Genel Müdürü Vedat Nedim Tör Türk Müziği yayınlarını radyo­dan kaldırmışlardır. Bu yasaklama sekiz ay sürmüş, Atatürk’ün emriyle sona ermiştir. Aynı şekilde Atatürk’ün çevresindekilerin O’nun görüşlerini yanlış değerlendirmeleriyle 8/9 Ağustos Sarayburnu nutkundan sonra da İstanbul’da aydınlar Türk Müziğini inkar yolunda birbirleriyle yarışmışlar, Türk Müziği yayınlarını yasaklamışlardır. Vasfi Rıza Zabu hatıralarında bu durumu acı acı dile getirmekte Atatürk’ün şu sözlerini naklet­mektedir:
   -“Ne yazık ki benim sözlerimi yanlış anladılar. Şu okunan ne güzel bir eser. Ben zevkle dinledim. Sizler de öyle. Ama bir Avrupalıya bu eseri böyle okuyup da bir zevk vermeye imkan var mı? Ben demek istedim ki, bizim seve seve dinlediğimiz Türk bestelerini onlara da dinletmek çaresi bulunsun. Onların tekniği, onların ilmiyle onların sazları, onların orkes­traları ile Çaresi her ne ise. Mesela Ruslar ne yapmışlarsa. Biz de Türk Musikisini milletlerarası bir sanat haline getirelim. Türk’ün nağmelerini kaldırıp atalım da sadece Batı milletlerinin hazırdan musikisini alıp kendi­m ize maledelim. Yalnız onları dinleyelim demedim. Yanlış anladılar sözlerimi, ortalığı öyle bir velveleye verdiler ki, ben de bir daha lafını edemez oldum.”
   Atatürk’ün yakın çevresinde bulunup birçok çalışmalarında emeği ge­çen kişilerden Ahmet Cevat Emre, Atatürk’ün Türk Müziği konusundaki çalışmalarını yanlış değerlendirmeler karşısında ölümüne yakın yıllarda “İki şeyde inkılap olmaz: Dilde ve musikide” düşüncesine ulaştığını belirtiyor.
   Atatürk, 1916-1917 yıllarında Diyarbakır’da görevli iken taşındığı Celal Güzelses’i zaman zaman dinlemiş ve sanatçıya bir saat armağan etmiştir.
   Atatürk döneminde İstanbul Konservatuarın da Şark Musikisi bölümü kapatılmış ancak Türk Sanat Müziği olarak bildiğimiz müzik için repertuar tasnif ve tespit heyeti kurulmuştur (1926). Bu heyet Türk Musikisi­nin Klasikleri sersinden 180 şarkının nota ve güftesini, Dini Ezgiler seri­sinden de 6 ciltlik Tekke Musikisi örneklerini tespit ve tasnif ederek ya­yımlamıştır (1926-1939).
   Atatürk “Bizim hakiki musikimiz” dediği, halk müziğimizin derlen­mesine ve kompozitörler tarafından işlenmesine çok önem vermiştir. 1 Kasım 1934 ve 1 Kasım 1935 nutuklarında bu konuya temas etmiştir. Daha 1924 yılında halk müziği derlemelerine başlanmıştı. İstanbul Konservatuarı’nın 1924’teki halk müziği derleme anketinden sonra M.E.B. Hars Müdürlüğü Seyfettin-Sezai (Asaf) Kardeşleri Batı Anadolu’ya derle­meye gönderdi. Derlenen türküler Yurdumuzun Nağmeleri adı altında yayımlandı (1925). İstanbul Konservatuarı 1926-1929 yıllan arasında Anadolu’ya dört derleme gezisi düzenlemiş, bu gezilerde derlenen ezgiler ”Halk Türküleri” adı altında 15 defter halinde yayımlanmıştır. 1929’daki 4. gezi sırasında bazı halk oyunlarımız filme de alınmıştır. Devlet ödeneğiyle yapılan dört derleme gezisine başta Konservatuar Müdürü Yusuf Ziya (Demircioğlu), Rauf Yekta, Dürri Turan ve Ekrem Besim Beyler, Muhittin Sadık (Sadak), Mahmut Ragıp (Gazimihal), Ferruh (Arsunar), Abdülkadir (İnan) Beyler katılmışlardır. İstanbul Konservatuarı devlet ödeneği almaksızın Halkbilgisi Derneği uzmanlarının iştirakiyle 1932 yı­lında beşinci bir derleme gezisi daha düzenlemiştir.
   Derleme çalışmalarına bir süre ara verildi. Atatürk’ün 1 Kasım 1934 ve 1 Kasım 1935 nutuklarından ve Ankara Devlet Konservatuarı’nın kurulmasından sonra halk müziği derlemelerine yeni bir ruhla tekrar başlandı. 1936 yılında Ankara Halkevi’nin daveti üzerine tanınmış Macar Müzikologu ve bestecisi Bela Bartok (1881-1945) Ankara’ya gelmişti. Bartok, üç konferans vererek halk müziği ürünlerinin derlenmesinin önemine dikkatleri çekti. Kendisi de Adana yöresinde derlemeler yaptı (18-25 Kasım 1936). Halk Müziği derlemelerine Milli Eğitim Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğünün idare ve himayesi altında 1937 yılında başlanmıştır. Atatürk döneminde 1937 ve 1938 yıllarında iki büyük derleme gezisi yapıldı. 1937 yılındaki geziye Ferit Alnar, Necil Kazım Akses, Ulvi Cemal Erkin, Halil Bedii Yönetken, Muzaffer Sarısözen ve teknisyen Arif Etikan, 1938 yılındaki iki derleme gezisine ise Ferit Alnar, Cevat Memduh Altar, Halil Bedii Yönetken, Tahsin Banguoğlu, Ulvi Cemal Erkin, Nurullah Taşkıran, Muzaffer Sarısözen, teknisyenler Arif Etikan ve Rıza Yetişen katılmışlardır. Halk müziği derleme gezilerine Atatürk’ün ölümünden sonra da 1953 yılına kadar devam edilmiş, aşağı yukarı bütün iller dolaşılmış 10.000 civarında ezgi derlenmiş, 2000 kadar Muzaffer Sarısözen tarafından notaya alınarak Yurttan Sesler programlarıyla yurda yayılmıştır.
   19 Şubat 1932’de Atatürk’ün isteğiyle kurulan Halkevlerinde halk müziğimiz konusunda yaşatıcı çalışmalar yapılmıştır. Halkevlerinin 1. döneminde (1932-1951) Türk Folklorunun hemen hemen bütün dallarında derleme, araştırma, eğitim çalışmaları başarıyla yürütülmüştür. Halkevleri yöre halk şairlerinin, ses ve saz sanatçılarının toplandığı yerlerdi. Birçok genç Halkevlerinde bağlama çalmayı, türkü söylemeyi öğrenmiştir. Halkevleri dergilerinde ve kitap yayınlarında Türk Folkloruyla, bu arada halk müziğimizle ilgili pek çok bilgi bulunmaktadır.
   Atatürk’ün doğumunun 100. yıldönümünü kutladığımız 1981 yılında Türk Halk Müziği yurdun dört bir köşesinde en çok sevilen müziktir. Türk Sanat Müziği’ndeki ağlatıcı, ruh karartıcı, içkiye teşvik edici şarkılar TRT yayınlarında yok denecek kadar azaltılmıştır. Bunların yerini yaşama sevinci verecek yüzlerce, binlerce yeni beste almıştır. İstanbul ve Ankara’ da düzenli opera ve bale temsilleri verilmektedir. İstanbul, Ankara ve İzmir’deki 5 Konservatuar ihtiyaç duyulan sanatçıları, bestecileri, araştırmacıları yetiştirmektedir. Türk sanatçıları yurt içinde ve dışında ba­şarılı konserler vermektedir. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının yanında İstanbul ve İzmir’de iki senfoni orkestrası daha kurulmuştur. Ege Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesine bağlı bir müzik bölümü açılarak, öğretime başlamıştır. Bütün bu çalışmalar Atatürk’ün temelini attığı hiz­metlerin devamıdır. Yeni nesiller bugün her türlü müziği rahatlıkla dinleyip sevebilmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder